Sonunda İngiltere’ye Gidiyorum!
2018 senesinde, ilk İngiltere seyahatim öncesinde Londra hakkında ne biliyorum? İngilizce konuşuyorlar. Direksiyon sağda, arabalar soldan gidiyor. Hepsi kendini bir şey sanıyor, dünyanın en iyi ırkı oldukları konusunda hepsi hemfikir. Mutfaklarında yok denecek kadar az yemek var. Ülkede İngilizden çok Hint, Pakistanlı, biraz da Arap var. Stefano’nun benden önceki sevgilisi İngiliz ve 4 yıl boyunca birliktelermiş. Biz Türkler için Almanya neyse, İtalyanlar için de İngiltere o, daha iyi iş imkanları için göç etmeyi düşündükleri ilk ülke.
Bundan ötesi yoktu bende 2018’den önce. O kadar ülke gezmiştim ama şu İngilizlerin dünyasına girememiştim bir türlü. Sahi ne yer, ne içerdi bu İngilizler? Filmlerdeki gibi miydi hayatları? Hakikaten de dünyanın en gelişmiş medeniyetine mi sahipler?
İsviçre’de yaşıyorum ama ne İsviçre ne de İtalyan vatandaşlığım var. Dolayısıyla İngiltere’te gitmek için ben de her Türk vatandaşı gibi vizeye tabiiyim. Bu arada ”Hadi ya, bir İngiltere’te seyahat etmesek mi bu aralar?” şeklinde olmadı ilk seyahatim. Canım arkadaşım Bora’cığım yaşıyor orada. O da gitmiş Ankara Anlaşması’yla daha birkaç ay önce.
Onu ziyaret etmek, biraz moral olmak istedim. Hem ikimiz de Avrupa’dayız artık, gitmezsem ayıp değil mi? Hemen Stefano’ya sordum, gelir mi diye. Ama paşam İngiltere sevmiyormuş. O yüzden gelemezmiş. Sen şuna İngiltere’deki eski kız arkadaşımla yürüdüğüm yolları şimdi seninle yürüyemem desene! Ya da demesin, elimden bir kaza çıkmasın asdf
Neyse başta demiştim ya, bizim için Almanya neyse İtalyanlar için de İngiltere o diye. Bu İtalyanların İngilizlerle arası pek iyi değil gibi. İngiltere’ye gitmeyi ”basit” görüyorlar sanki. Bizim Alamancı mantığını, İngiltere’ye uyguluyorlar gibi geliyor bana. Çok İtalyan var İngiltere’de. Bu hoşlarına gitmiyor sanırım. Neyse velhasıl kelam, Stefano gelmek istemedi benimle. Onun yerine evde kalıp çalışmayı tercih etti. Ben de Bora’nın yanına gitmek için kolları sıvadım ve Zürih’teki TLS Contact acentasının yolunu tuttum.
Türkiye vatandaşıysanız buradan alıyorsunuz İngiltere vizesini, aklınızda bulunsun. Linki de bu.
İngiltere Vize Süreci
Aslında çok zor olmadı vize almak. Eminim ki İsviçre oturumuna sahip olmamın bir faydası olmuştur kolaylaşmasında. Ama İsviçre oturumum var diye farklı bir prosedür uygulanmıyor. Tamamen Türkiye pasaportu sahibi nasıl işlem yapıyorsa, o şekilde yaptım ben de. Sistemden randevumu aldım. Gerekli evrakları toparladım. Randevu günü ve saatinde vize merkezinde oldum. Kısa bir mülakata girdim ve eve döndüm.
Aradan bir hafta geçti geçmedi, pasaportum ev adresime gönderilmişti. Vizemi 6 aylık verdiler. Sevinçten ağlayacaktım. Ne kadar da güvendiler bana, ilk seferde 6 aylık vize verdiler diye düşünürken, zaten UK vizesinin herkese minimum 6 aylık çıktığını ve aslında bana o kadar da güvenmediklerini anlayarak hayal kırıklığına uğradım. Bir yıl falan vereydiniz ölür müydünüz acaba.
Hayır bir de pahalı, 300 frank falan tutuyor vize başvurusu.
Bu arada istenen evraklar klasik, iş yerinden kağıt, kaç para kazıyorsun aylık, otel rezervasyonu ve uçak bileti gibi belgeler. Ekstra bir şey talep edilmedi beni temin ederken zorlayacak.
Velhasıl kelam, vizem elime ulaştı ya a dostlar! Artık gidebilirim!
1. Gün – 23 Kasım 2018
Ve Londra’ya Vardım
23 Kasım 2018 gecesi Londra’ya vardım. Uçaktan indikten sonra uzunca bir süre pasaport kontrolüne girmeyi bekledim. Pasaport kontrolüne geldiğimde ise vizemi kontrol ettikten sonra parmak izimi almak istedi görevli pasaport kontrol polisi. Ama gel gör ki benim parmak izim yok!
Kendimi bildim bileli parmaklarımdaki derileri koparıyorum ben. Biliyorum çok iğrenç. İğrenç olduğu kadar da acı verici bir eylem ama maalesef içsel sıkıntılarımı kendime acı vererek dindiriyorum psikoloğuma göre. O kadar senelerdir yapıyorum ki bu işi, parmak izim yok benim artık. Yani var da bi acayip asdf. Normal parmak izi gibi çıkmıyor. Bu sebeple tam 40 dakika, bakın abartmıyorum tam 40 dakika parmak izimi almaya çalıştı polis. Ama başaramadık. Bir iz çıkıyor ama sanki rastgele karalamalar gibi görünüyor.
En sonunda birine telefon açtı polis. Benim duyduğum kısım şu;
-Bir turist var burada ama parmak izi çıkmıyor.
-Hayır, beyaz tenli (sanıyorum ki karşıdaki kişi siyahi mi diye soruyor)
-Eğitimli beyaz bir kıza benziyor.
Sonra telefonu kapattı ve geçebilirsin dedi. Beyaz olduğum için ve eğitimli göründüğüm için parmak izimi vermeden geçebildim!? Siyah olsaydım ne olacaktı? Dakika bir, gol bir. İngilizler hakikaten kendilerinin ve kendilerine benzeyenlerin (yani beyaz olanların?) diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünüyor olmalı.
Neyse geçtim kapıdan. Trene binip Londra’ya geçtim.
Tower Bridge
Bora işteydi. O gelip beni merkezden alana kadar biraz dolandım ortalıkta. İlk durağım Tower Bridge’e yakın bir yerler olmuş.
İlk ziyaretimde Tower Bridge’e bu kadar yakınlaşabilmişim, daha sonra hiç gelmedim şehrin bu tarafına. Şehre son gelişimde ise ayrılmamışım burnunun dibinden sdfg
2. Gün – 24 Kasım 2018
İngiliz Kahvaltısı
Hayatımda ilk defa İngiliz kahvaltısı yaptım bir de <3 Şu aşağıdaki tabak. Tam tam benlik kahvaltı ya. Hele fasulye asfdf Genelde kahvaltıda fasulye fikri bizlik değil ama bu fasulyenin tadı tatlı, neredeyse reçel gibi. O yüzden çok güzel gidiyor sabah. Fasulyenin dışında yumurta, sosis, bacon, patates mücveri, mantar ve domates oluyor tabakta. Benim ilk İngiliz kahvaltımda domates ve patates mücveri yokmuş anlaşılan.
Greenwich
2. günümde ilk iş başlangıç meridyenini görmeye Greenwich’e gittim. Aşağıdaki fotoğrafta görebileceğiniz üzere sembolik bir çizgi koymuşlar ama, hayali bir meridyen bu tabii. Yani bu bölgeden geçiyor da tam olarak nereden geçtiğini bilmiyoruz. Yine de başlangıç meridyeninin üzerinde durup da poz vermese miydim?
Greenwich’teki Osmanlı Savaş Topu
Bakın Greenwich’te ne buldum!
Osmanlı Sultanı 3. Selim döneminde, 1790-91 yıllarında yapılmış bu bronz top. 5,2 ton ağırlığındaymış.
Birleşik Krallık ile Osmanlı Devleti arasında 1807 yılında bir anlaşmazlık yaşanmış. Marmara Denizi’ndeki Kınalıada’ya çıkarma yapan İngiliz donanması, bu adadan aldığı bu Osmanlı topunu İngiltere’ye götürmüş.
Sonra da dönemin Cumberland Dükü Prens Ernest tarafından 21 Ekim 1807 tarihinde Greenwich’deki Kraliyet Denizcilik Okuluna verilmiş. Seneler sonra ziyaretçilere açılan denizcilik okulunun girişine konulmuş.
Greenwich’e gidince bu Osmanlı topunu görmeyi hiç beklemiyordum!
Notting Hill
Başrollerinde Julia Roberts ve Hugh Grant’ın oynadığı Notting Hill filmini izlemiş miydiniz? Bana Stefano izletmişti. Normalde romantik film sevmeyen ben filme kelimenin tam anlamıyla aşık olmuştum! İşte burada çekilmiş o film 🙂
Sonraki ziyaretlerimde Notting Hill’e mutlaka gittim. Burası Londra’nın en sevdiğim semtlerinden biri benim için. Rengarenk evlere sahip sokaklar, cadde boyu dizili hediyelik eşya, kıyafet mağazaları, kalabalık, sokak yemekleri.. Londra’nın en sevdiğim 2. yeri diyebilirim. En sevdiğim yere de birazdan değineceğim 🙂
İngiliz Kraliyet Sarayları
İkinci günümde Bora yine işte olduğu için tek başıma dolaştım yine sokakları. Ne kadar saray varsa tek tek gezdim. İçlerine girmedim ama. Sadece bahçelerinde yürüdüm, mimari yapılarına baktım. Kendimi o sarayda yaşayan insanların yerine koydum. Nasıl bir his acaba tüm İngiliz halklarının bu denli saygısına ve sevgisine sahip olmak diye. Sonra karar verdim ki hiç benlik değil. Bu saraylarda yaşayan prenseslerden olmak istemeyeceğim gibi, bu insanları taparcasına seven insanların varlığını kabullenmek de zor geliyor. Prens, prenses, kraliçe, lord, hakikaten 21. yüzyılda bunları mı konuşuyoruz hala? Size de ilginç gelmiyor mu?
Ayrıca aşırı kasvetli bu saraylar. İnsan neden yaşamak istesin ki burada? Şahsen ben, şehre bakan balkonlu bir apartman dairesinde yaşamayı tercih ederim. Mümkünse kimse bana sırf ünvanımdan dolayı saygı falan da duymasın. Kocaman koridorlarda tek başıma dolanmak zorunda kalmayayım. Bence bu kraliyet ailesi olayı aşırı şişirilmiş bir balon. Sembolik de olsa benim dünyayı anlayış ve yaşayış şeklime uymuyor. Ama yine de o bahçelerde dolaşmak çok keyifli. Çünkü ben özgürüm. Özgürlüğümün tadını çıkarıyorum. Onlarınsa tutsak olduğunu düşünüyorum.
London Eye
London Eye’a da uzaktan bakmışım aynı Tower Bridge gibi. Yakınına gitmemişim nedense.
Londra’ya ilk seyahatim çok acemi işi olmuş. Ama yine de hakkımı yiyemem çünkü Londra’ya asıl gelme sebebim Bora’yı görmekti. O çalışırken de mümkün olduğunca gezmeye çalışmışım yine.
3. Gün – 25 Kasım 2018
Camden Town
3. günümüzü Camden Town’da geçirdik, bu sefer Bora da bana katıldı, yay!
Bu arada fotoğrafların kalitelerinin cidden çok çok kötü olduğunun farkındayım. Lütfen tüm blogdaki fotoğrafların bu kalitede olduğunu düşünmeyin asfg. Şimdilerde çok daha iyi fotoğraflar çekiyorum ama bunlar eski artık 🙂
Camden Town, mağazalarıyla, değişik barlarıyla, ve kanallarıyla ünlü bir semti Londra’nın. Fazla underground geliyor bana, o yüzden çok sevdim mi derseniz, çok sevmedim. Fazla ”serseri” mekanı gibi sdfjg. Yani ben lisedeyken bu kafalardaydım, şimdi farklı şeyler seviyorum ne yapabilirim.
Yine de Londra’ya gidip de Camden Town görmeden dönülmez, orası net.
China Town
Şimdi gelelim benim için gittiğim her şehrin olmazsa olmazı, ziyaret etmeden mümkün değil dönmediğim bölgesine. Çin mahalleleri! Allahım Çin mahallesi diye yanıp tutuşan bir ben varım ki sormayın, bu kadar mutlu hissedemem kendimi başka hiçbir yerde. Hayır yani Çinlilere de öyle özel bir ilgim yok. Ama yemeklerine var!
Tamam kabul ediyorum, yüzüm az önce yukarıda yazdıklarımın tam tersini söylüyor olabilir asddf ama inanın dünyalar benim olmuştu China Town’a varınca.
Bora da çok mutsuz görünüyor burada, kıyamam aksj Ama Bora’nın suratı bu genelde, sürekli küçük Emrah gibi dolanıyor ortalıkta. Hayır mutsuz olduğundan da değil, suratı öyle çocuğun yapacak bir şey yok haha.
Tayland yemeği yedik burada, Çin yemeği söylemedik. Ben yeni Tayland’dan dönmüştüm, hemen anılar tazelensin istedim o yüzden. Tayland’daki kadar güzel değildi ama bu da başarılıydı elbette.
4. Gün – 26 Kasım 2018
China Town
Son günüm, akşam üzeri uçağım var. Gitmeden önce haritamda işaretlediğim birkaç yeri daha ziyaret etmek istiyorum. Maalesef bugün Bora benimle değil, zaten 4 günün sadece 1 günü benimle gezebildi. Ama akşamları beraber kaldığımız için birbirimizi akşamdan akşama da olsa görebildik.
Sabah ilk iş China Town’u bir de gündüz gözüyle görebilmek için yola koyuldum erkenden.
Covent Garden
Ardından da, yukarıda en sevdiğim yerden birazdan bahsedeceğim dediğim ve daha ilk Londra seyahatimden en sevdiğim yer haline gelen Covent Garden!
Burayı gerçekten çok sevdim. Aslında burası büyük bir pasaj. Üst katında mağazalar, çiçekçiler vs var. Alt katta ise kafeler var. Alt kattaki kafeye cidden kalbimi bıraktım, çünkü sürekli canlı performans yapılıyor bahçesinde. Opera söyleyen sokak sanatçılarından tutun, dans gösterilerine, küçük orkestralara çok çok keyifli. Tüm gün gösteri izleyebiliyorsunuz kahvenizi yudumlarken. E tabii bahşiş vermeniz gerekiyor sonradan, bedava değil 🙂 Vermeseniz de olur tabii ama insan utanıyor, ben utanıp verdim her seferinde en azından ahah.
The Skyline Bar London
Ve eve dönüş yoluna geçmeden önce son durağım Skyline Bar oldu. 60 metre yükseklikteki bu bardan Londra’ya tepeden bakabiliyorsunuz. Manzarası çok da güzel gelmedi bana bu arada. Sanırım daha güzel manzaralı gökdelenler mevcuttur Londra’da. Fotoğrafta görebileceğiniz gibi terastan bakınca önünüz direkt manzara değil, önce katedralin avlusunu görüyorsunuz birkaç metre. O da geniş bir manzarayı engelliyor gibi geldi bana.
Burada bir bardak şampanya aldım kendime ödül olarak. Neyi kutladım bilmiyorum, Londra’ya veda ederken kaldırım şampanyamı 60 metreden havaya.
Pahalı bir mekan bu arada. Yerdeki barların 2 katı fiyatları.
Londra’da Nerede Kaldım?
Bora o dönem çalıştığı barın üst katında kalıyordu. Ben de mecbur onun odasında kaldım. O da başka bir arkadaşının odasında kaldı. Bana odasını verdi garibim. Bu arada Londra’da da kalmıyordu Bora o dönem. Essex’te bir köyde kalıyordu. Londra’ya varmak trenle neredeyse 2 saat sürüyordu. O yüzden sabahları Londra’ya gidip, akşam Essex’e dönmek bayağı bir zahmetli oldu benim için. Bir gece dönmeyip, Londra’da bir otelde kaldım. Diğer günler Bora’nın odasında kaldım.
Ama keyifli geçti orada da zaman. Akşamları çalıştığı barda takıldım ben de, müşterilerle tanıştım. Aksanları o kadar enteresan gelmişti ki ilk etapta, sohbet etmek biraz zorluyordu beni. Ayrıca Kasım ayının soğuğunda kızlar bikiniyle ve şortla dolaşıyorlardı. Bunu anlamam imkansız sjdhf kanları kaynıyor ok de hiç mi hasta olmuyorsunuz evladım. Üzerlerine hırka atasım geldi hepsinin.
Londra’da İsviçre Oturum Kartımı Kaybettim
Evet hem de daha ilk girişte kaybetmişim de fark etmemişim. Hani demiştim ya 40 dakika parmak izimi almaya çalıştılar diye. Hah işte o hengame içinde oturum kartımı almadan gitmişim. E İsviçre’ye döneceğim, nasıl gireceğim ülkeye oturumsuz?
Fark eder fark etmez havalimanına geri döndüm. 3 saat süren bir tren yolculuğundan sonra havalimanına vardım. Dedim benim kart sizde mi? Dediler bulunmuş bile olsa 1 haftadan önce kayıtlara geçmez. E benim o kadar vaktim yok?
Hemen Londra’daki İsviçre konsolosluğunu aradım. Durumu anlattım. O zaman vizeye başvurmam gerektiğini söylediler İsviçre’ye girebilmek için. Yahu ne vizesi, 2 gün sonra İsviçre’ye uçağım var, 2 günde olacak iş mi?
Tam uçtuğum günün sabahına randevu verdiler. Hemen koşa koşa gittim biometrik fotoğraf çektirdim önce. Sonra konsolosluğa gidip 90 pound ödeme yaptım ve pasaportumu teslim ettim. Dediler akşam üzeri çıkar vizen. Ne akşam üzeri, birkaç saat sonra uçağım var benim!
Dediler sen öğleden sonra gel, hızlıca işlemeye çalışacağız. Velhasıl kelam da öyle oldu ve son dakika taze basılmış vizemle beraber pasaportumu teslim aldım.
İsviçre’ye girişte vize ile girdim. Bana nerede kalacağımı falan sordular turist gibi. Ama neyse ülkeye döndüm ya sorunsuz, önemli olan o!
Böyle işte dostlar. İlk Londra maceramın burada sonuna geliyorum.
Diğer İngiltere ziyaretlerimi okumak, Londra seyahat rehberlerime ulaşmak için buraya tıklamanız yeterli!
Görüşmek üzere!
Selam Türker, eminim senin de güzel fotoğrafların vardır, Londra’da kötü fotoğraf çekmek imkansız gibi:) Yorumun için teşekkürler <3
Senın Bora gibi ben de, eski arkadaşım Murathan’in yaninda kaldim Londra’da. 2 hafta ,nce oraaydim, ayni yerleri gezmişiz ama senin fotoğraflar daha güzel.